Müslüman basınının ana sansürü olan ve 1906-1917 yılları esnasında Tiflisde Kafkasya Eleştiri komitesinde çalışan Mirza Şefi Vazehe göre, Ömer Faikin sosyal etkinliği onun çağdaşları tarafından yeterince değerlendirilmemiştir, fakat gelecek kuşak onun adını büyük saygıyla ve gururla anacak. O şöyle yazıyordu:
Ömer Faik ve “Molla Nasreddin” dergisi
”Meğer gelecek özgür kuşağın ilk rus devriminden sonra gerçekliklerin en kötü günlerinde, bütün tehlikelere rağmen büyük bir yiğitlikle devrimci düşüncelerini telkin eden, soydaşlarını özgürlüğe, nura sesleyen bir kişinin adını anmaması mümkünmü?
Bu fikir bu güne dek adil kabul edilir.
Günümüzde Azerbaycan camiasının kitle bilincinde“Molla Nasreddin” yalnız Celil Memmedkuluzadenin adıyla ilişkilendiriliyor. Fakat Azerbaycan basınının tarihiyle, özellikle “Molla Nasreddin” dergisi ve “Geyret” yayın evinin tarihleriyle gerçekten de ilgilenen herkesçe anlaşılacak ki, aslında bu, hiç bir suretle böyle değil. Maalesef, Ömer Faik Nemanzade’nin, Celil Memmedkuluzade ile bir sırada derginin tesiscisi, kuranı ve yazarı gibi rolü son on yıllarda o kadar silinmiştir ki, bir çok durumlarda onun ismi hatta dergiyle ilgili bir kişi gibi de değinmiyor.
Ömer Faik Nemanzadenin ismi Sovyetler Birliği dağılana kadar yasaklıydı ve yalnız artık özgür Azerbaycanda arşivlerin, öncelikle bilimsel dairelere ve de geniş kitlelere açılmasıyla yeni tarih öğrenilmeye başladı, yeddi on yıllar boyunca saklanmış bir çok olgular ve hayat öyküleri malum oldu. Vurulmuş eski “halk düşmanlarının”, keza Ömer Faik’in, 1956 yılında rehabilitasiyonuna rağmen, Azerbaycan aydınlarının ve bilimsel dairlerinin derin korku ataleti o kadar büyüktü ki, onun İsmine yine de değinilmiyordu.
Sovyet döneminin ideolojik dogmalarına sadık bilim adamları ve araştırmacılar Ömer Faik’in uygunsuz dünya görüşü ve ülkülerinden kaçmaya önem veriyordular.Ve yalnız 80’li yılların ortalarından itibaren birtakım edebiyatçılar – aynı dönemin canlı tanıkları Ömer Faik’i hatırlamaya başladılar.
Ömer Faik Nemanzade’nin gerçek edebi rehabilitasiyonunu ilk kez genç bilim adamı – araştırmacı Şamil Kurbanov hayata geçirdi:
“Üzülerek bildirmek gerekir ki, Ömer Faik Nemanzade’nin gazeteci mirası henüz yeteri kadar öğrenilmemiş, özellikle onun “Molla Nasreddin” dergisiyle ilgili etkinliği, henüz tam olarak açılamamıştır; İmzaların kime ait olduğu ayrıntılı olarak belirlenemediğinden, hiciv ve makalelerin asıl sahipleri tespit edilememiştir. Bu itibarla onların kimin kaleminden çıktığı henüz sır olarak kalmaktadır.
E. Mirahmetovun haklı olarak söylediği gibi “o zamanlar Faikin “Molla Nasreddin” tarihindeki pozisyonu, “Qeyret” yayın evinin “düzenleme ve yöntemindeki rolü anılmıyor ve yeteri kadar değerlendirilmiyordu. Onun önemli hızmetlerinden bir kısmı C. Memmedkuluzade ile ilişkilendiriliyordu. Araştırmacı – filozof F.Vahidov’da bu düşüncededir.
“C. Memmedkuluzade’ye ait edilen “Şaka”, “Bir fıçı su”, “Bibiheybet Camisi” ve diğer hicivler Ömer Faik’e aittir. Merhum bilim adamı Muhtar Kasımov da C. Memmedkuluzadeye ait farz edilen bir çok hicivlerin Ömer Faike ait olduğu konusunda ısrar ediyordu. Yine de bu sorunun tam çözümü gelecek araştırmacılarını beklemektedir.”
Müslüman basınının (1906-1917), ve de “Molla Nasreddin” dergisinin ana sansürü olan Mırza Şefi Mırzayev Omar Faikin emeğini değerlendirerek şöyle yazıyordu: “Öncelikle o, Tiflisde “Qeyret” matbaasını yaratır, tüm ekipmanlarla teçhiz etti ve “Molla Nasreddin” satirik dergisini yayınladı.
O, tüm kuvvetini, maharetini ve kudretini halkına adamış, yorulmadan hem yayıncı, hem de gazeteci gibi çalışmıştı. Onun çalışdığı ortamın ağırlığını anlamak için 1906-1907 yılları sırasında yayınlanmış “Molla Nasreddin” dergisinin tüm numaralarına bakmak yeter. Ancak bu durumda anlaşılabilir ki hangi tehlikelere karşı bu devrimci düşünceleri ifşa ediyordu.”
Bundan sonra 1919 yılında Mirza Şerif Mirzayev yazıyordu:
”1906-1910 yılları süresinde ben Ömer Faik’i daha yakından tanıdım. Doğu dilleri üzere sansür mesleği nedeniyle tüm yasal ve yasadışı çalışmalarını okudum. O, bilerek kendini tehlikeye atıyordu. O, şöyle yazıyordu: “Amaca ulaşmak, ya da ölmek”. Kendi yayınevinde o, Azerbaycan dilinde farklı kitaplar, haberler, devrimsel nitelikli başvuruları yayınlıyordu, bununla da hapis ve ya sürgün olma tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Devrin en parlak şahsiyyeti, modern Azerbaycan edebiyatının tesisçisi ve klasiği Celil Memmedkuluzadeyle Ömer Faikin tanışması 1903 yılında Azerbaycan dilinde yayınlanan tek basın organı, yani “Şarki-Rus” gazetesinin yazı işlerinde. gerçeleşmişti.1905 yılında “Şarki-Rus” gazetesi müflis oldu ve M. Şahtahtinski yayın evini satmak kararını verdi. O dönem Ömer Faik’in hayatı tehlikesi çok yüksekti ve hükümet tarafından adım adım izleniyordu. Hiçbir şekilde onun Rusya İmparatorluğu sınırları içerisinde baskı ürünü oluşturma ve yayınına izin alma şansı bulunmuyordu. “Şarki-Rus” ve yayınevinin satışa çıkarılması Ömer Faik’in ve Celil Memmedkuluzadenin beraber çalışmasında yeni bir dönem açtı.
Bu konuda Ömer Faik kendi anılarında şöyle yazıyor: “Uzun süredir hasretini çektiğim Türk yayıncılığının tüccarların eline geçerek mahvolmasına ne pahasına olursa olsun razı olmadığımı, ne yolla olursa olsun, onu saklamak gerektiğini Mırza Celil’e söyledim. Celil gülerek söyledi: “Çok iyi, beğendim. Fakat Muhammed ağa şüphesiz para isteyecek ve para da ne sende, ne de bende var. Ve eğer Muhammed ağa duyarsa ki, matbaa senin eline geçecek, korkarım buna izin vermez. Söyledim: “Benin ismimi kullanma, sen Muhammed ağanı bir az beklet, para bulacağına söz ver, korkma!” Celil Memmedkuluzade ise o günleri şöyle hatırlıyor: “…biz matbaayı ele geçirmek, gelecekte onu kullanmak niyetiyle üçüncü bir yoldaş aramaya başladık ki, onun yeteri kadar parası olsun.”
Böyle bir adamı Ömer Faik kendisi bulur. Nahçıvanlı Meşedi Elesger Bağırov matbaayı almak için onlara borç para verir, sonra da hem matbaanın, hem de “Molla Nasreddin” dergisinin tüm masraflarını kendi üzerine alır. Yeni matbaa “Qeyret” ismiyle 1905 yılının mart ayında faaliyet göstermeye başlar. Ve böylece da Azerbaycan edebi-kültürel hayatında yeni bir dönem açılır. Molla Nasreddinciler ismi ile meşhur olan fikir cereyanı “Qeyret” yayıncılığında ilk düşünce mücadelesine başlar.. İlk kitaplardan birini Ömer Faik kendisi yazmış ve 1905 yılının 2 nisanında sansür komitesinden onun yayınına izin almıştır. “Neşri-asara devet” ismli bu kitap kısa süre içerisinde yayınlanıp halka ücretsiz dağıtılmıştır.
“Geyret” matbaası sürekli olarak başladıktan sonra Ömer Faik ve Celil Memmedkuluzade birge yeni basın organı yaratmak kararı almış ve ilk olarak “Toprak” adlı dergi yayınlamak için hükümete başvurdular. Ömer Faik yazıyor ki, “derginin rehberliğinden ve baş gazeteciliğinden Mırza Celilin dileği ve talebiyle ben sorumlu oldum.” Fakat Ana Basın Bürosu Ömer Faikin Türkiyede eğitim aldığını bahane ederek derginin yayınına izin vermedi. Bir müddet sonra C. Memmedkuluzadenin yayınlamak istediği “Nevruz” isimli gazetenin de yayını gerçekleşmedi. Sonunda, her iki arkadaş 1906 yılında meşhur olmuş “Molla Nasreddin”dergisini yayınlamayı başardı. Resmi editörü Celil Memmedkuluzade, baş yazarı ise Ömer Faikti. Ömer Faik derginin yönetimsel ve finansal faaliyetlerini yönetiyordu.
Bundan sonra Ömer Faik’in gazeteci faaliyetinin en parlak dönemi başladı. Ömer Faik yazı işlerinde Mirza Celil’in eşi bulunmaz bir yardımcısına döndü. Cumhuriyyet El Yazma Enstitüsünde Ömer Faikin “Molla Nasreddin dergisi nedir?” İsimli yazısı saklanıyor. Burada derginin yaranması, amacı, faaliyeti, mücadelesi açıklanıyor. Fakat iki soru özellikle bahsediliyor ki, bazı nedenlerden dolayı araşdırmacılar ona ilgi göstermemişler. Bunun biri derginin ismiyle, ikincisi yazı işlerinde meslek bölgüsü ile ilgiliydi. Bunların ikisi de derginin faaliyeti ve başarısı için önemli soruydu. Ömer Faikin sözleriyle söylesek, “ismin kendisi de bir tanıtım, bir delildir”. Her iki arkadaş derginin ismiyle ilgili çok düşünmüş, “bir çok isimler sadalandıkdan sonra “Molla Nasreddin” seçilmiştir.” Çünkü, Ömer Faikin fikrine göre, “Molla Nasreddin” söyledikde okucu bu dergide komik hikayeler, eğlenceli sohbetler, ibretlik sözler olduğunu düşüne bilir.”
Ayrıca, Ömer Faik yazıyor ki, derginin planını belirlerken onun “mutlaka resimli olması” kararını vermişler. Çünkü ona göre, halk kendi düşmanlarının “canlı surette, komik şekilde” alay edildiğini, ifşa edidiğini görünce sevinecek, “Molla Nasreddin”in simasında kendi koruyucusunu görecektir. Ve öyle de oldu. Ömer Faik’in aynı anısında belirttiğine göre, “Dergiye olan saygı yalnız ve yalnız geniş kitle tarafından gösteriliyordu. Baylardan, zenginlerden, ruhanilerden küfür, lanet ve tehdit dolu kağıtlar alıyorduk. Dergiye yukarı tabakadan lanet, nefret yağıyor, emekçi adı verilen aşağı tabakadan ise saygı gösteriliyordu. Yukarı tabakanın darıldığı, kederlendiği nıspette, diğerinin sevinci artıyordu. Gösterilen saygı, devrimin için-için kaynadığını, onun yakında köpürüp taşacağını haber veren bir müjde gibiydi.”
“Molla Nesreddin” dergisinin birinci sayısının tüm yükü, Mırza Celil ile Ömer Faik’in üzerindeydi. Tüm yazıları kendileri hazırlamış, resimlerin konularını kendileri vermiş, telgraf haberlerini, bilmeceleri de birlikte oluşturmuşlartı. Birinci sayıda “Atasözleri” bölümünde şöyle bir cümle var: “At atla boğuşur, hükümetin işi rastgelir.” Ömer Faik anılarında yazıyor ki, “Ben bu cümleyi “köpek köpekle boğuşur, hükümetin işi rastgelir” şeklinde yazmıştım. Mırza Celil Şeytanbazar kabadayılarından korkarak, köpeği ata çevirmemi rica etti.”
Bu, gösteriyor ki, yazılar dikkatle ölçülüp-biçilip, her ikisinin izni ve iştirakı ile hazırlanıyordu. İster derginin bedii tertibatında, isterse de yazıların seçilmesi ve hazırlanmasında Ömer Faik ikinci, önemli simaydı. Ömer Faik’in Cümhuriyyet El Yazması Enstitüsün’de saklanılan arşivindeki dergi yazılarında bazı karikatürlerin üstünde kendi hattıyla “benimdir” sözleri yazılmıştır. Kısa bir süre sonra XX. yüzyılın yüce halk şairi Mırza Elekber Sabiri ve modern Azerbaycan edebiyatının yaratıcısı ve klasiği Celil Memmedkuluzade de aktif faaliyete davet edildi.
Zamanla, “Molla Nasreddin” satirik dergisinde, kapasiteli ressam ve gazetecilerden ibaret özel kollektif oluşturuldu. Dergi, camianın ve özellikle de onun cahil kesiminin sevincine neden olan O. Şmerling ve D. Rotterin’in karikatürleri ile de manzaralı dilin zanaatçılığını ve rengarenkliğini yansıtıyor ve okuyucularını şaşırtıyordu. Aşikardır ki, karikatürler özellikle O. Şmerling ve D. Rotter tarafından çiziliyordu. Fakat aynı karikatürlerin fikir yaratıcıları C. Memmedkuluzade ve Ö.F. Nemanzadeydi. Ömer Faik anılarında yazıyor: “Molla Nasreddin” dergisinde kendi sosyal hayatımızla ilgili çekilen resimlerin çoğu karikatür, yani uydurma, benzetme değil, olayın, şahısların, tiplerin kendi bayağı fotoğrafıdır.”
Çoğu karikatürler özellikle hiciv fikirlerinden oluşuyordu. Ömer Faik dini hurafeleri ve onun halk arasında yayılmasını eleştirirken, aydınlanmanın yalnız dini eğitimle sınırlandırılmasının, insanı, dünya ilimleri ve sade ahlak normları vasıtası ile anlama imkanlarından yoksun bıraktığı fikrini okucuya son derece kusursuz şekilde anlatıyordu. O, ruhani okulları bitirmiş adamların toplum için yararsız olduğunu söylüyordu.
1906 yılında Ömer Faik “Davet ve İstek” adlı makalesinde “Qeyret” yayıncılığının amaç ve işlevlerini izah ederek, kalem yoldaşlarına müracaat ediyor; “Kendi halkına hızmet etmek ve bu ilahi amaca katılmak isteyen herkes yoksul insanların ağır hayat ortamı ve istibdat hakimiyeti hakkında makale yazsın ve “Molla Nasreddin” veya “Qeyret” yayıncılığına yollasın.”
Ömer Faik okuculara bu müracaat ediyor:
”Müslüman kardeşlerimiz, siz bizim bir seneden beri Vatanımız ve halkımızın bağımsızlık ile çiçeklenmesi uğruna yaptığımız savaşın canlı tanıklarısınız. Aynı zamanda bir kaç kez sizden de destek istedik. Fakat bu yönde atılan her hangi bir kararlı adım göremedik. Müslümanların birliği bu şekilde mi olmalıdır? Müslümanların birliğinin nasıl olması gerektiğini bilmiyorsanız, ögretmenlerinize sorun. Allahın hükümlerine uygun yaşıyorsanız, bize katılın.
Düşman zincirlerinden kurtulun, hadi gelin huzurumuz uğruna mücadele verelim. Çocuklarımızı zorluklardan kurtarmak, devlet memurları ile jandarmalar tarafından maruz kaldığımız saldırı ve hakaretlere son vermek için bir olmalıyız. Bu sözler üzerine ço iyi düşünün. Mevcut rejime son vermek ve hükümet temsilcilerini doğruları yapmak üzere nezaret altına almak için biz müslümanlar Anayasaya uygun yöntem usulunun uygulanmasını ve şeffaf meclis seçimlerinin yapılmasını talep etmeliyiz. Şüphesiz ki, siz bu işte bize destek olup bize katılırsanız, tez bir zamanda bu katılımınızın sonuçlarını görebileceksiniz. Bunu yalnız mevcut yöntem usüluna son vermek, yani parlamento seçimlerinin yapılması yoluyla hayata geçirmek mümkündür.
Biz de bunun için çabalıyoruz. Bu duyuruyu da size özellikle bizimle bir olmanız için yolluyoruz. Sizin tarafınızdan daha iyi anlaşılması için duyurumuzu Türkçe gönderiyoruz. Bu duyuruyu okuyup onu diğer müslüman kardeşleri ile paylaşmayanlar hainlik etmiş ve Allahın gazabına uğramış sayılacak. Siz de bizim gibi mücadele edin. Allah-ü Teala, müslüman kardeşlere yardımcı olur ve ülkesinin vatanperverlerine güç verir.
Ömer Faik’in dergideki keskin konuşmaları emniyet teşkilatında kin ve öfke oluşturuyorduysa da, kitle arasında, demokratik aydınlar arasında, ona karşı geniş saygı uyandırıyordu. 1907 yılında O, dergide yayınladığı karikatürlerden birinde Sultan Abdulhamit’i Avrupa devletleri karşısında maymun olarak tasvir etdiği için hapse atılmış, fakat geniş halk kitlesinin talebiyle iki ay sonra serbest bırakılmıştır.
1907 yılında derginin faaliyeti hükümet tarafından geçici olarak durdurulduğunda Ömer Faik “İrşad” gazetesinde aşağıdakı sözleri yazdı: “Bu zavallılar “Molla Nasreddin” dergisinin faaliyetine son vermekle kendi rezaletlerini saklayacaklarına inanıyorlar. Onlar sadece aramızda Nasreddin-Hocacıların artık çok olduğundan habersizdirler. Bu gün “Molla Nasreddin” kapanırsa da, yarın “Molla Hayreddin” açılacaktır.”
M.E. Sabir, Ömer Faik’in hökümet tarafından takip edildiğine dikkat çekerek 1907 yılında “Molla Nasreddin” dergisinde yayınlatdığı “Töhmet” isimli şiirinde çok manalı ve komik şekilde yazıyordu:
Söyləmədimmi sənə rahət otur, heyfsən,
Çəkmə bu millət qəmin, çək özünə keyf sən,
Xanə deyildir sənin, getməlisən, zeyfsən
Eyləmədin etina, qüssə həmən oldumu?
Şimdi sənə mən deyən mətləb əyan oldumu?!
Araştırmacı Şamil Kurbanov’un sözlerine göre, “Ne yaşarken, ne de son zamanlara kadar Ömer Faik’in yazıları toplanılıp kitap halinde yayınlanmamıştır. Yalnız bu yazıların müellifi ilk kez onun gazetecilik mirasının çok küçük bir kesimini (1983) ve anılarını (1985) yayınlamıştır. Hali hazırda gazetecinin yazılarının büyük bir kısmı büyük zorlukla olsa da toplanmıştır. Buraya, gazete ve dergi makalelerinden, edebi-bedii yazılardan, hicivlerden, başka müellifin yazıları, arşiv materyalleri bazıları ve bazı söylentiler alınmıştır.
Ömer Faik 40’dan fazla gizli imza kullanmıştır. Bunların çoğu onun gazetecilik faaliyetinin en geniş ve serbest meydanı olan “Molla Nasreddin” sayfalarındadır. Fakat şimdiye dek onlar gizli imzalar tespit edilmediğinden yazıların bir kısmı ya Celil Memmedkuluzade’nin yazılarına dahil edilmiş, ya da müellifi belirtilmemiştir. Şimdi kesin olarak söyleyebiliriz ki, meşhur “Ermeni ve Müslüman kadınları”, “Kafkasya Şeyhülislamına iki açık mektup” gibi çok önemli ve XX. yüzyılın başlarında geniş kamuoyu doğurmuş yazılar Ömer Faik’e aittir.
Genellikle Nasreddin Hocacıların dikkat etmeleri gereken bir husus vardır ki, bu da derginin ilk sayılarında yalnız iki gizli imzanın olmasıdır. “Molla Nasreddin” ve “Alay”. Bunun birincisi C. Memmedkuluzadeye, diğeri Ömer Faik’e aittir. Sonraları her ikisi de (çoğu zaman Ömer Faik) bu imzaları kullanmışlardır. O, anılarında, “Derdimend” imzasıyla “Zövci-axer” ve “Tesettür sorunu” başlıklarıyla makaleler yazıp kadın özgürlüğünü iddia ve talep ettiğimde, Tiflis’in ilahiyatçıları 1907 yılında Şah Abbas camisine toplanarak şer`i-mahkeme kurarak beni yargılamak istiyordular.” yazıyordu.
Kurbanov sözlerine şöyle devam ediyor:
“Aynı makalelerin imzaları gözden geçirildiğinde, görünüyor ki, hafızası müellifi aldatmış. Çünkü dergi gözden geçirildiğinde anlaşılıyor ki, makalelerden yalnız birincisi, “Hortlağa mektup” gösterilen imzayla, diğerleri ise, “Tesettür sorunu ve cevabımız”, “Bir kaç günlüğe” ve diğer makaleler “Molla Nasreddin” imzasıyla yayınlanmıştır. Dolayısıyla, Ömer Faik’in çeşitli imzaları arasında “Molla Nasreddin” imzasının olmaması mümkün değildir. Dergi ilk 6 yılında onun geniş faaliyet alanına dönmüştü. Yazı tarzı daha da keskinleşmiş, isteği daha da artmış, her tür geriliğe, negatif adet ve geleneklere ateş etmeye başlamıştı. “Molla Nasreddin” dergisine kadar onun “Tercüman”, “Şarkı-Rus” ve diğer basın organlarında on yıllık zengin gazetecilik deneyimi vardır.
Derginin yayını o dönem sıkı bir sansürden geçiyordu ve yükse oranda dışa bağımlıydı. Bu yüzden çok sıkıntılar, sınırlamalar görmüştü. Özgür, serbest, kendine ait basın organına sahip olmayı tutkuyla arzu ediyordu. Bununla birlikte, Ömer Faik sözü geçen gazetedeki işbirliğini hatırlarken, şunları yazıyordu: “Makalelerimiz resmi sansürden başka, editörün de sansüründen geçiyordu. Editör, hükümetin Azerbaycanlılara karşı keskin ve ezici davranışlarından, onları eğitim alma hakkından yoksun bırakarak cahillik içinde yaşamaya sürüklediklerinden tek bir cümle ile bile olsa bahsetmemize izin vermiyordu.”
Sonraları o şöyle yazıyor:
”Görüyorum ki, herkes kendi refahıyla ilgileniyor. Herkes herhangi bir yolla – kimileri ibadet etmekle, kimileri gelenekleri yerine yetirmekle –kendi imkanları içinde kendi hayatının kurtuluşuyla meşgüldür. İnançlı ibadetiyle, ruhani iane toplamakla, aydın kendi yaşamını sağlamakla, zengin ise servet toplamakla, kısacası, herkes kendini, kendi canını kurtarmaya çalışıyor. Bu da demek ki, her bir millette mutlaka mevcut olan kamuoyu bizde bulunmamaktadır. Bizde henüz kendi kaderimizi milletin kaderine bağlamak şevki oluşmamıştır, bizler henüz halkın derdine kendi derdimize acıdığımız gibi acımayı öğrenememişiz.
Özgür, serbest, kendine ait basın organlarını nasıl bir tutkuyla arzuladığını “Molla Nasreddin” dergisinin ilk adımlarında na kadar sevindiğini, onu nasıl koruduğunu anılarından ve diğer makalelerinden sezmek hiç de zor değildir.
“Ben hala yazma arzularımın binde birini yazmamıştım” diyen Ömer Faik büyük bir tutkuyla işe başlamış ve onun da arzularının çoğu “Molla Nasreddin” sayfalarında farklı formlarda, karikatür ve hicivlerde aksettirilmişti. “Dergiyi önceden yalnız iki kişi hazırlayıp yayınlıyordu” Bu iki kişiden biri olan ve devrin en güçlü gazetecisi sayılan Ömer Faik’te muhtemelen orada bir yaratıcılık işi görüyordu. Maalesef, bilinen nedenler yüzünden şimdiye kadar Ömer Faik’in diğer faaliyet alanları gibi, “Molla Nasreddin’de” yaptıları da araştırılmamıştır. Onun dergide yayınlanan hicivlerinin ve “hizmetlerinin bir kısmı arkadaşı C.Memmedkuluzade’ye ait farzediliyor.”
Yaşamının son döneminde, yani 1921 yılından sonra, dergi Sovyet propagandasının aletine çevrildi ve o zaman için Ömer Faik bu yeni değiştirilmiş dergide artık çalışmıyordu. Çünkü O, “hicin” Sovyet şeklinde kullanılmasından kesinlikle imtina ediyordu. Ömer Faik’in kızı Kamile Nemanzade’nin anılarına göre, Ömer Faik, Celil Memmedkuluzadenin hayatının son günlerine kadar onun yakın arkadaşı olarak kalmıştı. Memmedkuluzade derinden düşünmeden karar vererek yeni olarak gördüğü bir Sovyet hicivli dergiyi yayınlamaya başladı. Fakat kısa bir sürede aceleciliğini ve yanlış bir karar verdiğini anladı.
Önceleri Memmedkuluzade sadece derginin mezmununa karşı çıkmaya başladı. Daha sonra o, yeni hiciv tarzına karşı başlıca itirazlarını bildirdi. Ancak onun itirazlarını kabul etmeyip, onu bir kenara bırakarak, bir daha rahatsız etmeyeceklerini belirttiler. Bundan sonra o, artık hiç bir şeye imza atmıyordu. Fakat dergi onun editör imzasıyla yayınlanmaya davam ediyordu. Büyük otoritenin imzası hükümete gerekli idi. Fakat bu, mühüre basılmış bir imzaydı ve o imza ki, Celil Memmedkuluzade’nin ölümüne dek derginin bütün yayınlarına basılıyordu. Onların yaşadığı, fakat hayal bile etmedikleri yeni toplumun gerçeklikleri böyleydi.
Ömer Faik kendi vatanında, tamamen ayrı değerlerin, ayrı gelişimin, ayrı kültürün, yeni sovyet insanının oluşmasının tanığı oldu. Devrin başlangıcının sosyal düşünceleri, onun vatanında sovyet mutlak hakimiyetinin, sovyet tahkimcilik hukukunun yeniden oluşması ile sonuçlandı.
1932 yılında Ömer Faik Bakü’de kendi arkadaşı Celil Memmedkuluzade’yi toprağa verdi ve olgun yıllarını Gürcistan’da, kendi ana yurdunda Agara kentinde sessizce geçirdi. 1927 yılında emekliye ayrıldıktan sonra Ömer Faik XX. yüzyıl Azerbeycan kültürü ve Kafkasya basın tarihi için oldukca önemli olan “Memuarlar” (Anı yazıları) üzerinde çalışıyordu. Fakat yazar işini tamamlayamadı. 16 haziran 1937 yılında Ömer Faik Gürcistan’da Ahıska bölge davacısı Odabaşya’nın resmi emriyle Türkiye’nin lehine casusluk yapmakla yargılanarak haps edildi. 3 ay sonra 10 Ekim’de Ömer Faik, Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinin İç İşler Komiserliği ile beraber “Üçlüğün” kararı ile kurşuna dizildi. Yedi sene sonra, 1944 yılının sonbaharında o zaman için sağ kalmış binlerce soydaşın toplu sürgün olması kararı hayata geçirildi. Ömer Faik’in ve onun halkının hayatının trajik akortu, onun türk halklarının olanaklı teşekkül ve gelişme yollarına ideolojik ve siyasi bakışlarının doğruluğunun tasdik edilmesidir.
Bu material professor Şamil Qurbanovun tədqiqatları və nəşr olunan əsərləri, orijinal mənbələr sayılan Ömər Faiq Nemanzadənin əsərlər və xatirələri, tarixçilər və ədəbiyyatşünasların məqalələri, eləcə də şifahi, ailə və ictimaitarix həqiqətləri əsasında tərtib edilmişdir. Sayt yeni materiallarla tədricən və ardıcıl şəkildə yenilənəcək. Referanslar üçün “İstinadlar” -a baxın.